Ana içeriğe atla

Kayıtlar

ÇALIŞAN ANNE GÜNLÜĞÜ

Çalışan Anne olmak... Ne Kadar yorgun olursanız olun...Evin kapısından içeri girer girmez,oğlumun iste ği üzerine kalbi ateşten bir canavara dönüşecekmişim...Prenses canavarın kalbini dondurursak onu yenebileceğimizi söylemiş...Ama kalbime önce su döküp ateşi söndürecekmiş...Sonra da kalbimi dondurup beni yenecekmiş...Ve açılsın perde,gitsin yorgun anne...
Ufuk çizgisinin bir ucundan sen tutsan  bir ucundan ben İp atlatsak bu yorgun bulutlara,    İkimizde unutsak yüreğimizin dibine çöküp bizi ağırlaştıran , Dışımızı  içimize doğru  bastıran koca koca taşlardan kurtulsak birden… Sen eteklerine dalgalarını doldursan., ben kıyılarında oyuncak kovamla dalgalarını Yakalasam…. Sen ayaklarına deniz kabuklarını giysen , Ben elime deniz fenerlerini alsam, düşsek yollara  gece ayazında veya ayışığında, Ama hiç üşümesek dağları  giysek sırtımıza… Bulutlarla kulaklarımızı örtsek… Kurtulsak herşeyden ….

Adı Sevinç'ti Öğretmenin...

1998 yılı.Beşikdüzü'ndeyiz. Sahildeki martıların sesi düşüyordu akşamımıza.Karadeniz'in ağlamaklı çocukları hiç susmuyordu.Sanki çok dertliydiler.Sevinç öğretmenimle Annemin rengarenk sardunyaları arasında oturmuş sohbet ediyorduk. Biliyormusun dedi Sevinç Ablam Erzurum da da yaşayan martılar varmış dedi.Nasıl yani dedim.Bir köy öğretmeninin anılarını yazdığı kitapta okumuştum dedi.Balık arabalarının peşine takılıp gitmişler , bırakmışlar denizlerini,bir süre sonrada kara koşullarına ayak uydurmuşlar zaten...Karın tokluklarının uğruna.Yutkundum biranda hüzünden Mavi ipince bir ip dolandı sanki yüreğime.Yüzüm ekşimişti bir anda.Ama Sevinçti bu al yanaklı güzel insanın adı.Hiç sevmezdi hüznü.Muzip gülümseyişle hüznün üstüne bir kazan soğuk su dökerdi.Saatlerce birlikte gülebilirdik.Çok kitap okurdu.Tam bir eğitimciydi...iki yıl Batman Sason' da görev yapmıştı.Terörün en şiddetli zamanlarında.Hiç vazgeçmedi Sevinç Öğretmen olmaktan.O farklı bakardı.Güzel olanı görmek için...

Utanmak inceliktir Aslında

Feryal Çakmak Ağustos ...Kavurucu sıcak...Güçlükle dalı kendisine çekiyor fındık putanaklarına uzanmaya çalışıyordu...Ben de  yanında güya dedeme yardım ediyordum...Kara lastiklerin  içine dikilmiş kocaman bir gövde...Bir ağaç gibi...Yorgun ama asla yılgın değil...Biliyordu ki bu topraklar emekli etmiyordu insanı...Ne kadar çalıştın o kadar ekmek diyordu bu topraklar sana.. Evimizin önünde küçük bir çimenlik alan ve yanında da içi samanla dolu üzeri çinkoyla kapatılmış bir tam, ve bir çöten vardı...Dedem bir marangozdu...Çimenin ortasında onun yaptığı ağaçtan altıgen bir masa duruyordu.O bir zanaat adamıydı ve de yaptığını farklı yapmayı seviyordu.Çok severdi  aynaya bakmayı.Ne zaman aynasını alsa eline rahat bırakmazdım onu, başını başımla ittirir aynaya kendi kafamıda sığdırmaya çalışırdım.Sonrada dede sığmıyor işte , sen misin? koca kafa ben imiyim? koca kafa deyip birbirimize gülümserdik. Duymuyor du beni.Ama yine de anlaşıryorduk biz onunla...Gönülden gönüle, ...

Aybattı’nın Gölgesi

Okul yılları …Dersimiz çalışma sosyolojisi … Hocamız bize insanların tamamen kaderlerini değiştiren toplumsal bir olaydan bahsediyordu…Göç diyordu…Bırakmak diyordu… Özlemek diyordu topraklarını…  …Hemen hemen hepimizin bir göç hikayesi ve göçe konu bir köyü vardı…Yanlız bir arkadaşımız benim köyüm yok dedi…Nasıl yani dedim içimden…Bir insanın köyünün olamıyacağı olasılığı o ana kadar hiç aklıma gelmemişti…İçim burkuldu bir an…Farkettim ki insanın köyü kökleriymiş…Köklerinden filizlenirmiş insan…Bir an vicdan azabı duydum…Çünkü her köye getirilmemizde oflayıp puflardık… Haziranın ortaları  yazın başlangıcı…Kulaklarımızda bir ses ”Trabzon yolcusu kalmasın!!!  Harem Otogarında valiz sürüklüyoruz…Kanberoğlu Turizm ve memleket sevdalısı anne baba  işbirliği bir bakmışız Aybattı Mahallesindeyiz…Gitmemek için direnirdik… Çünkü  evimiz köyün en ıssız mahallesindeydi… Aybattı Mahallesi…Her zaman gölgeli… ve Her zaman yanlız…Issızlığı dinsin diye yapılmış üçbeş ...

Gufayı gafana gıvrattığım gibi...

Bir varmışlar bir yokmuşlar...Zamana inat silinmemiş yüreğimizden gidenler...Onlar gitmişler gitmesine ancak,bıraktıkları  birkaç  siyah beyaz fotoğraf değilmiş sadece , kulağımdan hiç silinmeyen sesleri ve şefkatlerinden notalanmış melodileri... O sarı  yelekli,yürekli o sevimli kadın. .. Ananem ...kod adı Mahmut...Ne zaman ismimizle seslense  bize ismimiz bir türlü aklına gelmez önce yedi kuzenin ismi sayılır en son pes edilir ismimiz Mahmut la bağlanırdı...O bize Mahmut biz ona Mahmut Ananemin adı kaldı Mahmut... çok hoşuma giderdi onu sinirlendirmek hala kulaklarımda Sesi ...Hou gufayı gafana gıvrattıgım  gibi...gavurunda keşişin kızı :))) Ölüm yıldönümleri yaklaşırken içimde derin bir hüzün ve büyük bir özlem... Ne zaman hastalansa antobotiklerini isterdi benden...3 yaşındaki oğlumun tüm ısrarlarıma rağmen, çubuk makarnaya çubuk pilav demesi gibi mahmuta da bir türlü antibiyotik dedirtemedim. Yeni nesil lugatı kendine göre öyle bir yorumlardı ki he...