Okul yılları …Dersimiz çalışma sosyolojisi … Hocamız bize insanların tamamen kaderlerini değiştiren toplumsal bir olaydan bahsediyordu…Göç diyordu…Bırakmak diyordu… Özlemek diyordu topraklarını… …Hemen hemen hepimizin bir göç hikayesi ve göçe konu bir köyü vardı…Yanlız bir arkadaşımız benim köyüm yok dedi…Nasıl yani dedim içimden…Bir insanın köyünün olamıyacağı olasılığı o ana kadar hiç aklıma gelmemişti…İçim burkuldu bir an…Farkettim ki insanın köyü kökleriymiş…Köklerinden filizlenirmiş insan…Bir an vicdan azabı duydum…Çünkü her köye getirilmemizde oflayıp puflardık… Haziranın ortaları yazın başlangıcı…Kulaklarımızda bir ses ”Trabzon yolcusu kalmasın!!! Harem Otogarında valiz sürüklüyoruz…Kanberoğlu Turizm ve memleket sevdalısı anne baba işbirliği bir bakmışız Aybattı Mahallesindeyiz…Gitmemek için direnirdik… Çünkü evimiz köyün en ıssız mahallesindeydi… Aybattı Mahallesi…Her zaman gölgeli… ve Her zaman yanlız…Issızlığı dinsin diye yapılmış üçbeş ...
Zamanlar dökülür bir bir yüreğimin çıkrıklarından... Mevsimler gelir geçerde... Ne küçük ne de büyük çıkrıklar vazgeçer ritminden... Yaralar küçük çıkrıkların arasında... Mutluluklar ise büyük çıkrıkların arasında gizlenirken... İyileşmeye çalışır zamandan kalma kırılmışlıkların… Dişliler dönerken acısıyla tatlısıyla sende dönersin durmaksızın... Ardında kaldığını sandığın her bir çıkrık dişlisi Mutluluk öncesi yada sonrası… Bir bedeldir durmadan karşına çıkan