Uzanmışsın gökyüzünün altına hep birilerini beklersin yanlızlığın dinsin diye... Zorlu mevsimlerden geçersinde hiç yazıklanmazsın neden kış geldi diye...Yüreğinde eritirsin karakışı...İnsanın kendini dağ gibi hissetmesi , nefesinin maceracı bir rüzgara takılmasıyla birlikte, papatya,ot,toprak ve tezek kokusuyla karışık bir kokuyla geri dönerken burnuna
Ve bir anın yansır gözlerine. Hava çok karanlık ve çok ciddi bir sis...Arabımızı kullanan amca minübüs makas kırdı dedi...Bu ne demektir anlamadım...Anne dedim kimsenin çantasında makas yok mudur amcaya versek dedim...Annem bana gülümseyerek baktı...Sonra birisi burada beklemeyelim...Oba yakında nasıl olsa 20 dakikalık bir yürüme yolumuz kaldı...Ben tabi çok korktum...arabanın içi daha güvenli gelmişti bana...Zaten araba oldukça yavaş gelmişti....Takur tukur taşlı bir yolda , sanki bir faytonla seyahat ediyorduk...bu yorgunluğun üzerine bir de yürümek mi...Çok ciddi bir endişe sardı beni... Karanlıktı...Hele ki bir amca demesin mi durun burda uçurum var...Ödüm başım patladı...Elektrikli fenerlerimize rağmen önümüzü görmekte güçlük çekiyorduk..çok ciddi bir sis vardı...Sonra annem tamam geldik dedi bir evin kapısına vurdu...Çok şükür kabus sona erdi...Dede evine gelmiştik...Evin içi toprak duvarları ise karataştandı...Hayatımın en ilginç deneyimlerimden birini yaşıyordum... Yaylayı çok merak ediyordum....Yarın nasıl bir gün olacak diye düşünürken gözlerim kapandı gitti...Oruçbozan'a gideriz kız uyansın diyordu bir ses...Sonra da pazarlık yerine geçeriz ...Annemin sesiydi...Gözümü açtığımda çok nefis bir koku vardı havada...İşin ilginç tarafı o kadar yorgunluğa rağmen ben çok erken uyanmıştım ve müthiş hissediyordum ...Çok heyecanlandım...birden fırladım kapıdan çıplak ayaklarımla...Masmavi bir gökyüzü ve başları dimdik gökyüzüne uzanan beyaz papatyalar...ve derinden esen rüzgar...kendini dağ gibi hisettmek,dağı içinde hissetmek...İşte ta o zamanlardan girdi uzakların büyüsü içime...Bu dağlarda çocuklukları geçmişti annemin babamın....Zordu yayla çocuğu olmak...Tahtadan kaplarıyla akar çeşmelerden su taşırmışlar o küçücük omuzlarında..Her gün tezek toplarlarmış kara ateşleri hiç sönmesin diye...Üstü üstübü çulu kaplı ottan yatakların üzerinde uyurlarmış...Çelik çomak oynarlarmışlar... Ceviz dozildiği yaparlarmışlar kendilerine...O Zorlukla geçen günlerini sevgiyle anar hep annem... Çünkü onlar Gökyüzünün ,yükseklerin çocukları...Kadırga'nın Çocukları...Tutkuyla bağlandıkları bu dağların Çocukları...
Ne güzel demiş şair
Ne zaman çıksam evimin arka bahçesindeki gökyüzüne, Evliya Tepesinde bulurum kendimi. Ve bu güzel şiirin dizeleri geçerken aklımdan heybetine doyum olmayan o dağların seyrine dalarım...İçimde derin bir huzur ve bir dinginlik...Doğanın sesi ve siz...Ve ardından Evliya Tepesinin arkasına geçerim dağ çileği toplamak için...Saatlerce çilek aradığımı bilirim bu tepenin ardında...Eğer huzur nakşetmek isterseniz yüreğinize kadırga yaylasıdır tam duracağınız yer...Kadırga gözleri sisli bir başka güzel.
Kadırga, bazen sisli bazen puslu bir havanın ,siyah beyaz resimde dahi büyülü bir kareye dönüşmesidir. Geometrik yapılardan uzak bir yaşamdır kadırga... Büyük binaların olmadığı, köşelerinden birbirine tutturulmuş pencerlerde hapsolmuş insanın olmadığı yerdir.Kadırgada güneş konuşur sabah uyutmaz sizi,haylaz bir çocuk küçücük pencerelerden sızar içeriye,yüreğiniz pır pır eder,artık kimse tutamaz sizi içeride... Ayağının toprakla iletişimidir ,barışıdır Kadırga.Bu kızgınlığımız şuanda bulunduğumuz yere değil.Hava sisli.Oyun oynacak kimseler yok etrafta.Özgür bir ruhun hayal kırıklığı sadece.
Yorumlar
Yorum Gönder