Feryal Çakmak Ağustos ...Kavurucu sıcak...Güçlükle dalı kendisine çekiyor fındık putanaklarına uzanmaya çalışıyordu...Ben de yanında güya dedeme yardım ediyordum...Kara lastiklerin içine dikilmiş kocaman bir gövde...Bir ağaç gibi...Yorgun ama asla yılgın değil...Biliyordu ki bu topraklar emekli etmiyordu insanı...Ne kadar çalıştın o kadar ekmek diyordu bu topraklar sana.. Evimizin önünde küçük bir çimenlik alan ve yanında da içi samanla dolu üzeri çinkoyla kapatılmış bir tam, ve bir çöten vardı...Dedem bir marangozdu...Çimenin ortasında onun yaptığı ağaçtan altıgen bir masa duruyordu.O bir zanaat adamıydı ve de yaptığını farklı yapmayı seviyordu.Çok severdi aynaya bakmayı.Ne zaman aynasını alsa eline rahat bırakmazdım onu, başını başımla ittirir aynaya kendi kafamıda sığdırmaya çalışırdım.Sonrada dede sığmıyor işte , sen misin? koca kafa ben imiyim? koca kafa deyip birbirimize gülümserdik. Duymuyor du beni.Ama yine de anlaşıryorduk biz onunla...Gönülden gönüle, ...
Zamanlar dökülür bir bir yüreğimin çıkrıklarından... Mevsimler gelir geçerde... Ne küçük ne de büyük çıkrıklar vazgeçer ritminden... Yaralar küçük çıkrıkların arasında... Mutluluklar ise büyük çıkrıkların arasında gizlenirken... İyileşmeye çalışır zamandan kalma kırılmışlıkların… Dişliler dönerken acısıyla tatlısıyla sende dönersin durmaksızın... Ardında kaldığını sandığın her bir çıkrık dişlisi Mutluluk öncesi yada sonrası… Bir bedeldir durmadan karşına çıkan